Buradanyola çıkarak her insan, özel manevî durumuna ve rahatsızlığına göre değerlendirilmeli, manevî arınma için ne türlü bir yoldan geçmesi lazımsa, öyle bir yoldan geçirilmeli, kendisine tabiatına ve karakterine göre özel bir rehabilitasyon usulü uygulanmalı ve kişiye belli sorumluluklar ve görevler (ibadet, sabır
İttika Yüce Allah'dan korkmak, haramdan ve şüpheli şeylerden sakınmaktır. Böyle bir hale "Takva" denir. Bunun sahibine de "Müttakî" denilir. Müttakî olan bir zat, güvenilir ve itimat edilir bir insan demektir. Ondan hiç bir kimseye zarar gelmez. İslam önünde insanlar esasen birbirine eşittirler. Bunların seçkinliği ancak takva iledir. Kur'an-ı Kerîm'de buyurulmuştur
Tasavvufbu ölçüler içinde şu özellikleri de taşır: a- Tasavvuf manevi tecribe ile anlaşılan hal ilmidir, b- Tasavvufî bilginin konusu ma’rifetullah’tır, c. Tasavvuf tatbiki bir ilim olduğundan mürşid vasıtasıyla öğrenilir, d- Tasavvuf kitaptan okuyarak öğrenilebilecek bir ilim değildir, çünkü tecrübîdir.
Yapacağınızhayırları ancak Allah’ın rızasını kazanmak için yapmalısınız. Hayır olarak verdiğiniz ne varsa, karşılığı size tam olarak verilir ve asla haksızlığa uğratılmazsınız” buyurmaktadır. Bu âyet aynı zamanda, riyadan, savurganlıktan, mal çokluğu ile gururlanmaktan sakınmamız için bizlere bir uyarıdır.
İyilikyapmanın yollarının çokluğu ile iyiliğe teşvik eden ayet ve hadisler “Her ne hayır işlerseniz, Allah onu mutlaka bilir.”. Bakara sûresi (2), 215. “Ne iyilik ederseniz Allah onu bilir.”. Bakara sûresi (2), 197. Bu iki âyet, yapılacak herhangi bir hayır ve iyiliğin asla meçhul kalmayacağını, onların Allah
Vay Tiền Trả Góp 24 Tháng. Bütün nîmetler Allâhʼın lûtuflarıdır. O nîmetleri yine Allah yolunda hayra sarf edebilmek de Rabbimizin ayrı bir lûtuf Sâdî Hazretleri buyurur “İhsanda bulun, fakat başa kakma ki, yaptığın iyilik aslında kendinedir. Hayırlı bir iş yaparsan, sonunda ondan yine sen istifade edeceksin.” “Hayır işlemeye muvaffak olduğun için Allâh’a şükret. Zira Hak Teâlâ seni lûtuf ve ihsânından boş bırakmadı… Seni hayır yolunda istihdâm ettiği için sen Oʼna minnettar ol.” HİZMETİ NÎMET BİLİN! Bütün nîmetler Allâhʼın lûtuflarıdır. O nîmetleri yine Allah yolunda hayra sarf edebilmek de Rabbimizin ayrı bir lûtuf tecellîsidir. Dolayısıyla Allah için hizmette bulunanlar, bu gayretlerinin, hizmet ettiklerinden çok, kendilerine fayda sağlayacağını unutmamalıdırlar. Hizmeti nîmet bilmeli; kimseden bir minnet beklemeden, şükür duygularıyla gayret etmelidirler. Ali Râmitenî Hazretleri buyurur ki “Minnetle başa kakmak sûretiyle ve teşekkür bekleyerek hizmet eden çoktur. Ancak hizmeti nîmet bilenler ise pek azdır. Siz hizmette bulunma fırsatını ele geçirmiş olmayı bir nîmet bilir ve hizmet ettiklerinize minnettar kalırsanız, herkes sizden memnun olur ve şikâyetçiniz kalmaz...” HİZMETİN KIYMET VE EHEMMİYETİ Ömrü, Allâh’a kulluk ve Oʼnun mahlûkâtına hizmetle geçmiş olan merhum pederimiz Mûsâ Efendi hizmetin kıymet ve ehemmiyetini şöyle ifâde buyururlardı “Hizmet etme fırsatı herkese nasîb olmaz. Çok kimseler vardır ki, her hususta hizmet kâbiliyetleri olduğu hâlde, zaman ve mekân müsâit olmadığından, hizmet etmekten nasipleri yoktur. Hizmet edenler, hizmeti bir nîmet bilip tevâzûlarını artırmalı ve hattâ bu nîmete vesîle oldukları için hizmet edilenlere teşekkür edâsı içinde bulunmalıdırlar.” Kaynak Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarından Hikmetler 1, Erkam Yayınları, 2013 İslam ve İhsan
Allah’ın rızası hakkındaki Gavs-ı Sani Hazretlerinin sohbetlerinden Allah rızasını kazanmak için ameli salihe devam etmesi lâzımdır. Küçük-büyük demeden Allah rızası için önünüze gelen hayırlı işleri yapın. Sen niyetini Allah için yap, gerisi güzel kuluna kafidir. Benim Allah’ın rızasından başka bir derdim ve Rasulullah sünnetini ihyadan başka bir işim yoktur. Bütün gaye Allah rızasını tahsil olmalıdır. Eğer Allah insandan razı olursa insana dünyayı da, âhreti de nasip eder. Ne kadar iyi şeyler varsa, cennet dahil hepsini ona ihsan eder. Maksud dünya menfaati değil, ahirettir, Allah sevgisidir. Allah insanı severse karşılığını daha ziyade ahirette verir. Dünya malı vermiş veya vermemiş hiç mühim değildir. Allah rızasının karşılığı âhiret mükafatıdır Şu bilinmelidir ki Allah-u Teâlâ’nın insanın ibadetine, tââtına asla ihtiyacı yoktur. Hâşâ Rabbül-Âlemin onlarla ne büyük, ne de küçük olur. Yapılan bütün amellerde tek maksud Allah’ın rızasıdır. Eğer Allah rızasını tahsil etmek nasip olursa, Rabbül-Âlemin onu ebedül ebed maksuduna erdirir, ebedi saadet ihsan eder. Ve nihayet ebedi olarak Cemalullah’a kavuşturur. Bu Nakşibendi yolunda olanların tamamı Maksud-i Bizzat içindir. Peygamber sav şeriatı içindir. Nakşîbendi Tarikatında ve diğer tarikatlarda tek gaye, Allah ve Resûlünün sözünden çıkmamak, Peygamberin sav şeriatına tam ittiba ederek Allah’ın rızasını kazanmaktır. Şu husus bilinmelidir ki, maksud tarikat değil, maksud Allah’ın Zatı, Allah’ın dostluğudur. Bütün düşünce Allah ve Resulü’nün emirlerine uyarak maksudunu Allah’ın Zatı yapmaktır. Bu da ancak Allah’ın emirlerine uymakla olur. Allah’ın emirlerinden asla çıkmamaya gayret edilmelidir. Çünkü tek gaye, maksud odur. Bunların elde etmenin tek yolu kendini çok muhafaza ederek Allah’ın emrine muhalefette bulunmamak, kendinden günah sudur etmemesine dikkat etmektir. İnsanın Allah yolundan, hakikat yolundan çıkmaması lâzımdır. İşte bunlara titizlikle riayet edilirse Allah rızası o zaman meydana gelir. Rabbül-Âlemin o zaman insandan razı olur. Allah rızası elde edilince insanın bütün işleri hallolmuş olur. Bütün gayeler, tarikat ve diğer çalışmalardaki bütün gayeler yalnız ve yalnız Allah rızası içindir. Maksudi Bizzat içindir. Maksud Allah’ın Zatı ve talep onun rızasıdır. Allah rızası, ancak emirlerine tam itaat etmekle, muhalefet etmemekle, nasıl emretmişse harfiyen tatbik etmekle kazanılır. Ve o kazanıldıktan sonra insanda hiçbir noksanlık kalmaz. Nasıl kalır ki Allah ona dost, o da Allah’a dost olmuş olur. Gelen Arama Kayıtlarıgavsi sani
Yeni Camii, Malatya merkezin orta yerinde, Hükümet Konağı’nı tam karşıdan gören bir noktada 1894 yılında bir deprem sırasında yıkılan Hacı Yusuf Taş Cami’nin yerine inşaa yılında tamamlanan Yeni Camii, tamamen kesme taştan yapılmış son Osmanlı örneklerinden biridir. Eski camiden günümüze sadece yarım bir minaresi kalan bu güzel camimizin, diğer bir adı ise Malatya ağzında “Teze Camii” olarak da yaygın bir kullanıma Camii bugünlerde, haftada dört gün akademisyenleri ağırlıyor. Pazartesi günleri Doç. Dr. Abdurrahman Ateş’in tefsir dersleri ile haftaya başlayan camii, salı günleri araştırma görevlisi Fetullah Zengin’in siyer dersleriyle devam ediyor. Perşembe günü öğretim görevlisi Selahattin Yıldırım tarafından hadis dersleri veriliyor. Cumartesi günü ise, Yrd. Doç. Dr. Sabri Türkmen’in fıkıh dersleriyle haftayı tefsir dersi varBugün yatsı namazından sonra Doç. Dr. Abdurrahman Ateş’in tefsir dersi var. Namazı da kıldıran Abdurrahman Hoca’nın kıraatı son derece güzel. Manevi atmosferi yüksek olan bir camiide, kıraatı güzel bir imam ile namaz kılmak gerçekten çok hoş. Huşu içinde kılınan bir namazdan sonra derse başlayan Abdurrahman Hoca, İnönü Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Hoca, Bakara Suresi 78 ve 79. ayetlerin tefsirini vermeye başlıyor. “Bunların bir de ümmî takımı vardır; Kitab’ı Tevrat’ı bilmezler. Onların bütün bildikleri bir sürü kuruntulardır. Onlar sadece zanda bulunurlar. Vay o kimselere ki, elleriyle Kitab’ı yazarlar, sonra da onu az bir karşılığa değişmek için, Bu, Allah’ın katındandır!’ derler. Vay ellerinin yazdıklarından ötürü onların hâline! Vay kazandıklarından dolayı onların hâline!”İsrailoğulları’ndan bahseden 78. Ayet, onların dinlerinden habersiz olan ümmiler olduğunu belirtir. Ayette geçen ümmi kelimesi burada okuma yazma bilmeyen anlamından ziyade, Kitab’ı ve peygamberi bildiği halde kuruntularını, heva ve heveslerini hayat standardı haline getiren kimseler anlamındadır. Yahudilerin durumları örnek verilerek, biz Müslümanların bu hatalara düşmemesi öğütlenir. “Bu ayetler her ne kadar İsrailoğulları’ndan bahsetse de, Kur’an biz Müslümanlara indirildiğine göre, bu ayetlerin muhatabı da biz Müslümanlardır,” diyor Abdurrahman ayet ise, “Dini meslek haline getirenler ki, İslam’da din adamı diye bir şey söz konusu değil, her kim var ise onları kapsamaktadır. Dinden şu ya da bu şekilde nemalanan kimler ise, onların durumları bu ayette, Vay onların haline!’ denilerek açıkça dile getirilmekte. Özellikle medya üzerinden menfaat sağlamaya çalışan, bu işi ticarete dökmüş din adamlarımıza bir Müslüman olarak hakkımı helal etmiyorum!” diyor Abdurrahman Hoca... İşte bu din adamları, bu ayetlerin muhataplarıdır. Din menfaat edinmek için öğrenilmez ya da etraftan saygı görmek için öğrenilmez. Din sadece ve sadece, Allah’ın rızasını kazanmak için mezarlıklardan kurtarmalıyızMezarlıklarda gece gündüz okunan Kur’an, bazen Nur Suresi’ne de denk geliyor. Kadınlardan, miras hukukundan bahseden bu ayetler, ölüler için ne anlam ifade ediyor acaba? Ama biz Müslümalar olarak, maalesef Kur’an’ı taziye çadırlarına ve mezarlıklara hapsettik. Düşünün, Kur’an sayfalarından birkaçının yerde uçuştuğunu görsek; en Müslüman’ından, en münafığına kadar, bu duruma rıza göstermez, hemen o sayfaları yerden kaldırır, saygıda kusur etmeyiz. Ama bu sayfalar bize ne emrediyor acaba, bunun farkında mıyız?Abdurrahman Hoca, “İşte bizim çabamız bu noktada Kur’an’ın anlaşılması içindir. Kuran’ı ihtiyaç haline getirmek zorundayız. Eğer ihtiyaç haline getirebilirsek, işte o zaman Kur’an’ı anlamaya başlarız. Kur’an’ı mezarlıklardan, taziye çadırlarından kurtarıp, yaşayanlara ulaştırmak zorundayız!” diye yapabiliriz?“Bu devirde hiç kimse Kur’an’ı anlamamak adına hiçbir mazeret üretemez. Bu yaştan sonra Arapça öğrenmeye de gerek yok. Gidin bir kitapçıya ve bir meal alın, haftada bir ayet öğrenseniz yılda elli iki ayet eder. Yıllarca hiçbir faydası olmayan o kadar şey öğrendik ki; Everest Tepesi’nin yüksekliği, Amazon Nehri’nin uzunluğu gibi... Bari bundan sonra Kur’an’ı anlamak adına bir şeyler yapalım,” diyerek bu güzel sohbete haftaya devam etmek üzere noktayı koyuyor Abdurrahman Hoca...Çoğu zaman annem, rahmetli dedemin Kur’an okuduğu için sorguya çekildiğini anlatırdı. Bu memleket Kur’an okumanın yasak olduğu bir dönemden, camide haftanın dört günü, hem de akademisyenler tarafından ders verilen bir noktaya gelmiş. Camileri hıncahınç doldurmuyorsak da, Kur’an’ı yeteri kadar anlamaya gayret etmiyorsak da, geldiğimiz nokta çok önemli bence...Başta Malatya Müftülüğü olmak üzere, tüm emeği geçenlere, buradan teşekkür etmek istiyorum. Allah hepsinden razı olsun...Şakir Gönülce yazdı
Notice Undefined offset -1 in /home/u7925258/public_html/wp-content/themes/golge/ on line 38 Bilgi Klavye yön tuşlarını kullanarak galeri resimleri arasında geçiş yapabilirsiniz. 1- İstemediğin biriyle evlendiysen ona ihanet edebilir, başkasıyla aşk yaşayabilirsin. 2- Kötü bir olaydan sonra içki içip etrafı dağıtmalısın. 3- Sevdiğin kişi başkasıyla evlendiyse onların yuvasını bozmalısın. 4- Hiçbir dizide... Ancak sizler NASİHAT EDENLERİ SEVMİYORSUNUZ. Araf Sûresi 79 Hocaları zaman zaman eleştirir, bazı yönlerde kendilerini geliştirmeleri hususunda bazen açık bazen gizli tenkitlerde bulunmuşuzdur. Örneğin hocalarda olması gereken hususları sıralar ve... Diyanet işleri başkanlığı her yıl civarında alım yapar. Bunların tamamı ilk basamak kadrolarıdır. İmamlık, Müezzinlik, Kur’an Kursu öğreticisi. Örneğin vaiz olmak için öncelikle bu kadroların birinde göreve başlamış olmak... Hasan El-Benna İslami Anlayışımız adlı bölümde şöyle der “İslam hayatın bütün yönlerini kuşatan kapsamlı bir nizamdır. Şu halde o Hem devlet ve vatan, hem hükümet ve ümmettir. Hem ahlak ve... Kuran ve Sünnette evlilik konusu en önemli konuların başında gelir. Kuranda en detaylı anlatılan konuların başında evlilik konusu gelmekte ve yüzlerce ayet sadece bu konudan bahsetmektedir. Teferruatına kadar anlatılan bir... Mümin Allah’a kalp ile teslim olduğunu dil ile ikrar eden kimsedir. Kalpte geçen duygular soyut olduğu için ispatlanması gerekir. Mesela birisini sevdiğimizi söylediğimiz zaman bu sevginin ispat edilmesi gerekir. Çünkü... Ancak sizler NASİHAT EDENLERİ SEVMİYORSUNUZ. Araf Sûresi 79 Hocaları zaman zaman eleştirir, bazı yönlerde kendilerini geliştirmeleri hususunda bazen açık bazen gizli tenkitlerde bulunmuşuzdur. Örneğin hocalarda olması gereken hususları sıralar ve... Musa Medyenli iki kadın çobanın koyunlarına su verdikten sonra bir gölgeye çekildi ve şöyle dua etti Rabbim senden gelecek her türlü iyiliğe muhtacım! Kasas Suresi 24 Bazen iyilik kapımıza gelir,... Zinanın değişik türleri var GÖZ ZİNASI Göz ile müstehcen kadınlara bakmaktır. KULAK ZİNASI Kulak ile tahrik edici, kışkırtıcı sözleri dinlemektir. AĞIZ ZİNASI Müstehcen, şehevani söz ve fıkra, hikaye anlatmaktır. EL... Hayatın her alanıyla ilgili irili ufaklı bir mesajı olan Kuranın, hayatta en çok yanlış yaptığımız bir konuyla da ilgili bir mesajı var. Şehirlerin nasıl ve nereye kurulacağı Şanlıurfa’da Harran ovasının... Kuranın en uzun ayeti Bakara Suresi 282’dir. Konusu da borçlanmadır. Yani ticari bir mesele. Ardından gelen âyet de aynı konuya temas eder. Yaklaşık on sekiz satırda Allah teâlâ borçlanma hukukundan... Nasiye kelimesi alın demektir. Başın ön üst kısmına verilen isimdir. Bilim adamları beyni inceledikleri zaman şu sonuca varmışlardır Beynin ön kısmında bulunan bölüme ön bellek denir. Bu kısım insan vücudunda... Bazı insanlar ölünce dünya daha yaşanabilir bir hal alır. İnsanların canı, malı ve namusu kurtulur. Hayvanlar onun zulmünden kurtulur. Sofrasına yemek olmaktan kurtulur. Onu taşımaktan kurtulur. Ağaçlar onun zulmünden kurtulur.... Hazreti peygamber Kuranın mübeyyini /açıklayıcısıdır. İlk müfessir peygamber efendimizdir. Kuranı ondan gayrı anlamaya çalışan kimseler malesef asrımızın baş belası olmuşlardır. Madem bu ayeti biz okuyorsak bu ayetin bize bakan bir... Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem Safer ayında içinde bulunduğumuz bu ay uğursuzluk yoktur buyurmuştur. Bu hadisi ve benzeri uğursuzluk olmadığına dair 300’e yakın hadis vardır. Buna rağmen cahiliye döneminden... Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu “Bir kimsenin müslümanlığı iyi anladığının bir delili de kendisini ilgilendirmeyen meseleleri kurcalamamasıdır.” Hangi sohbet ortamında oluyorsak orada tüm yetenek ve tecrübelerimiz pınar... Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu Müşriklere karşı malınızla, canınızla ve dilinizle cihat edin! Kimin ne imkânı varsa bunu Allah için kullanması onun cihadıdır. Sosyal medya hesapları da... Mümin, çevresinde olan biten olaylardan bihaber değildir. Mümin önemli olayları ve gelişmeleri takip eder. Özellikle çevresinde, yakın yerlerde, komşu ülkelerde, aynı kıtada, aynı coğrafyada, aynı ülkede, aynı ilde yaşanan önemli... -Hangi Gün Geleyim Diyorum?-Müsait oluca haber veririm gün yani dizinin yeni bölümünün yayınlanmadığı gün demekmiş! Bey efendinin Haftalık Virdi HAFTALIK VİRD Pazartesi Günü Hangi VİRD var?2000 Star TV –... Allahın gönderdiği son kitap olan Kuran’ı anlamak her müslümanın görevidir. Bunu kendisi okuyarak anlama imkânına sahip değilse meal, tefsir vb. yollarla anlamaya çalışmalıdır. Meal nedir? Arapça bir kelime olan meal;... Tefsir Allah Teâlâ’nın gönderdiği son kitap Kuranın açıklanması faaliyetidir. Şüphesiz ki, bu konuda ilk müfessir Rasulullah’tır. Sahabeler anlamadıkları ayetleri peygamber efendimize soruyor. O da bunları izah ediyor/tefsir ediyordu. “Biz sana... Halk arasında yaygın olan ve bazı rivayetlere de dayandırdığına göre Azrail ölüm meleği olup onun yardımcıları vardır. Yine başka rivayetlere göre ise Azrail tek başına aynı anda binlerce insanın canını... Bidat Genel anlamda İslam dininin asli kaynaklarında olmadığı halde sonradan toplumun bir kesimi tarafından yapılan ibadet veya ibadet zannedilen şeylerdir. Mesela Safer ayından uğursuzluktan kurtulmak için üretilen antiuğursuzluk namazı gibi... Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu “Her kim Allah’ın kitabından bir harf okursa onun için bir hasene sevap vardır. Her hasene de on katı ile karşılık bulur. Eliflammim...
Allah için yapılması gereken ibadet, hayır-hasenât ve hizmetlere, fânîler ortak edilirse, yani Allah’tan başkasının da takdîrini kazanmak gibi nefsânî bir gâye karışırsa, hem o amellerimizin ecri zâyî olur, hem de -nebevî tâbiriyle- “küçük şirk” sayılan riyâ/gösteriş cürmü irtikâb edilmiş olur. Bu ise, îmâna zarar veren, son derece mahzurlu bir hâldir. Bu sebeple bizler amellerimizde sadece Allah'ın rızasını Hazretleri buyurur “Allah aşkı için çalış, Allah aşkı için hizmette bulun! Halkın kabul etmesi veya reddetmesiyle senin ne işin var?!” İhlâs, yani sırf Allah rızâsını gâye edinmek, Hak katında amellerin en mühim makbûliyet şartıdır. Niyet hâlis olduğu takdirde, imkânsızlık sebebiyle yapılamayan sâlih amellere bile, Cenâb-ı Hak ecir lûtfeder. Hattâ gönüldeki niyetin hâlisliği derecesinde, Cenâb-ı Hak kulunun azını çok eder, küçücük bir amele bile, lûtf u keremiyle, dağlar misâli büyük ecirler ihsân eder. Nitekim bir hadîs-i şerîfte “Dîninde ihlâslı ol! Böyle yaparsan, az amel bile sana kâfî gelir.” buyrulmuştur. Hâkim, Müstedrek, IV, 341 ALLAH'IN CC AMR BİN LEYS'İ AFFETMESİNİN SEBEBİ Horasan melik ve kahramanlarından Amr bin Leys’in hâli, buna güzel bir misâldir. Vefâtından sonra onu sâlih bir zât rüyâsında görmüştü. Aralarında şu konuşma geçti “–Allah sana nasıl muâmele etti?” “–Allah beni affetti.” “–Hangi amelin sebebiyle affetti?” “–Bir gün bir dağın zirvesine çıkmıştım. Yüksekten askerlerime bakınca, sayılarının çokluğu hoşuma gitti ve Keşke Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- zamanında yaşasaydım da O’na yardım edip destek olsaydım, O’nun yolunda fedâ-yı cân eyleseydim…» diye duygulandım. İşte bu niyet ve iştiyâkıma karşılık, Yüce Allah beni af ve mağfiretine mazhar eyledi.” Kadı Iyâz, Şifâ, II, 28-29 ALLAH'IN SİZİ AFFETMESİNİ İSTEMEZ MİSİNİZ? - VİDEO NİYETLER AMELLERDEN HAYIRLI MIDIR? Nitekim bir hadîs-i şerîfte “Mü’minin niyeti, amelinden hayırlıdır.” buyrulmaktadır. Süyûtî, Câmiu’s-Sağîr, II, 194 Beden için ruh ne ise, amel için hâlis niyet de o mevkîdedir. Buna mukâbil, ibadet ve sâlih amellerde samimiyetsizlik, riyâ ve gösterişe kaçmak ise; zâhiren dağlar misâli büyük ve muhteşem görünen amelleri bile küçültüp ecrini yok eder. Zira Hak katında mühim olan, kulun kalbindeki niyetin hâlis olup olmadığıdır. Âyet-i kerîmede buyrulur “…Her kim Rabbine kavuşmayı umuyor, buna inanıyorsa, sâlih ameller işlesin ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın!” Kehf, 110 Zira tevhîd akîdesinin ortaklığa tahammülü yoktur. Dolayısıyla, ibadet ve sâlih ameller, sırf Cenâb-ı Hakk’ın rızâsını kazanmak için îfâ edilmelidir. KÜÇÜK ŞİRK NEDİR? Allah için yapılması gereken ibadet, hayır-hasenât ve hizmetlere, fânîler ortak edilirse, yani Allah’tan başkasının da takdîrini kazanmak gibi nefsânî bir gâye karışırsa, hem o amellerin ecri zâyî olur, hem de -nebevî tâbiriyle- “küçük şirk” sayılan riyâ/gösteriş cürmü irtikâb edilmiş olur. Bu ise, îmâna zarar veren, son derece mahzurlu bir hâldir. Nitekim bir gün Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- “–Sizin için en çok korktuğum şey, küçük şirktir.” buyurmuştu. Yanındakiler “–Küçük şirk nedir ey Allâh’ın Rasûlü?” diye sordular. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şu cevabı verdi “–Riyâ, yani gösteriştir. Kıyâmet günü insanlar amellerinin karşılığını alırlarken, Allah Teâlâ riyâ ehline –Dünyadayken kendilerine mürâîlik yaptığınız/amellerinizi göstermek istediğiniz kimselere gidin! Bakın bakalım onların yanında herhangi bir karşılık bulabilecek misiniz?» buyurur.” Ahmed, V, 428, 429 AHİRET GÜNÜ ALEYHİNDE HÜKMEDİLEN KİŞİLERİN İLKİ Yine bir hadîs-i şerîfte bildirildiği üzere; kıyâmet günü ilk olarak aleyhinde hükmedilen kişiler, -zâhiren- şehîd, âlim ve infâk ehli bir zengindir. Fakat bu kimseler, amellerine Allah rızâsının dışında, insanlar tarafından beğenilip takdir edilme niyetini de karıştırdıkları için, Cenâb-ı Hak onların bu amellerini reddedecektir.[[1] Meselâ bir kimse sağlığında câmi, mektep, Kur’ân kursu gibi bir hayır eseri yaptırır da, sonra da ona nâmını yaşatmak niyetiyle kendi adının verilmesini şart koşarsa, bu amelinin ecrini zâyî etmiş olur. Ancak vefat ettikten sonra kendisinin hayır-duâlarla anılmasına vesîle olması niyetiyle, âilesi veya evlâtları tarafından o hayır eserine adının verilmesinde bir mahzur yoktur. Niyetlerde ihlâs sırrına riâyet bu derece mühim olmasına rağmen bazı ham nefisler, “tevâzu” kisvesi altında “övünme”yi huy edinirler. Yaptıkları sâlih amelleri insanlara duyurarak bunlarla toplumda kendilerine bir îtibar satın almaya ve fânîlerin iltifâtını celbetmeye çalışırlar. “Bendeniz, ancak on sefer hacca gidebildim. Fakir, haftada ancak bir hatim indirebiliyorum. Ne yazık ki şimdiye kadar sadece bir câmi yaptırabildim…” gibi ifadelerle, güyâ Hakk’a takdim ettikleri amellerini, halka da pazarlamaya gayret ederler. “Tevâzuun fahrı” tâbir edilen ve şeklen fazîlet gibi görünse de esâsen amelleri sergilemekten ibâret olan bu çirkin hâl, o sâlih amellerin ecrini, kişinin bizzat kendi eliyle ziyân etmesi demektir. SALİH AMELLERİ GİZLEMEK Bu itibarla, ihlâsı muhâfaza için, sâlih amelleri mümkün mertebe gizlemek esastır. Fakat gizleme imkânı bulunmayan bir sâlih ameli terk etmek de doğru değildir. Meselâ, riyâ olur endişesiyle cemaatle namaza gitmemek, nefsin aldatmasına kanmaktır. Veya; “Ben riyâdan uzak, huşû ile namaz kılamıyorum; o hâlde yüzüme çarpılacak bir namazı hiç kılmayayım daha iyi!” diyerek namazı büsbütün terk etmek, şeytanın tuzağına düşmek demektir. Bu bakımdan, bir zarûret durumunda veya hayra teşvik gibi bir maslahat söz konusu olduğunda, sâlih ameller ve hayır-hasenâtın alenî olarak îfâ edilmesinde bir beis yoktur. Bu takdirde ise kalbi gurur, kibir, riyâ ve gösteriş gibi marazlardan koruyup sadece Allah rızâsını hedeflemek şarttır. Unutmayalım ki Rabbimiz bizden dâimâ samimiyet istiyor. Niyetlerimizde de ihlâs sahibi olmamızı arzu ediyor. Kendisine yaptığımız kulluğumuzu, ivazsız garazsız, hasbeten lillâh, yani sırf Allah rızâsı için îfâ etmemizi istiyor. İbadetlere riyâ ve gösterişle fânîleri ortak etmenin hazin neticelerine karşı, biz kullarını îkaz ediyor “Ey îmân edenler! Allâh’a ve âhiret gününe inanmadığı hâlde, malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek sûretiyle, yaptığınız hayırlarınızı boşa çıkarmayın! Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak, pürüzsüz bir kaya hâline getirivermiştir. Bunlar, kazandıklarından hiçbir şeye sahip olamazlar…” el-Bakara, 264 Yine Cenâb-ı Hak diğer bir âyet-i kerîmede “Şüphesiz Allah, mü’minlerden canlarını ve mallarını, kendilerine verilecek Cennet karşılığında satın almıştır…” et-Tevbe, 111 buyuruyor. ALLAH'IN RIZASI VAR İKEN FANİNİN ÖVGÜSÜDE NE İMİŞ? O hâlde mü’minler olarak düşünmeliyiz ki Canı da malı da bizlere lûtfeden, Cenâb-ı Hak. Üstelik bu nîmetleri rızâsı uğrunda kullanmaya, Cennet’i vaad ediyor. Böylesine muazzam bir mükâfatı, Allah’tan başka verebilecek var mı? Hangi fânînin buna gücü yeter?! Öyleyse fânîlere riyakârlık ederek, Allah için yapılması gereken ibadet ve gayretlere onları ortak etmek, gerçek bir mü’min için, abesle iştigalden başka nedir?! Candan ve maldan fedakârlıkla îfâ edilen ibadet ve tâatleri Allâh’a takdim etmek dururken, onlara fânîleri ortak etmek kadar fecî bir hamâkat, aldanış ve ziyanlık olabilir mi? Nitekim Hazret-i Âişe -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz bu hassâsiyet sebebiyle, herhangi bir sadaka vereceği zaman, o sadakanın ecrini zâyî etmemek için büyük bir titizlik gösterirdi. Yoksulun duâsına dahî aynıyla mukâbelede bulunurdu. Kendisine “–Hem sadaka veriyorsun, hem de duâ ediyorsun; niçin böyle yapıyorsun?” diye sorulduğunda şu cevâbı vermişti “–Onun yaptığı duânın, benim sadakamın karşılığı olmasından korkuyorum. Bana yaptığı duânın aynısını ona yapıyorum ki, sadakam hâlis olsun, böylece infâkımın mükâfâtını sadece Allah’tan beklemiş olayım.”[2] Hazret-i Ali -radıyallâhu anh- ile zevce-i tâhireleri Hazret-i Fâtıma -radıyallâhu anhâ- Vâlidemiz, kendileri de muhtaç oldukları hâlde, yiyeceklerini, yoksula, yetime ve esire infâk ettikleri zaman, aynı hassâsiyet içinde, o muhtaçlara şöyle demişlerdi “Biz sizi Allah rızâsı için doyuruyoruz. Sizden ne bir karşılık ne de bir teşekkür bekliyoruz. Minnet altında kalmayın! Zira biz, çetin ve belâlı bir günde Rabbimiz’den O’nun azâbına uğramaktan korkarız.” el-İnsân, 9-10 İşte o örnek şahsiyetler, ihlâslarını muhâfaza edebilmek ve amellerine dünyevî menfaatlerin gölgesini dahî düşürmemek için, kılı kırk yararcasına bir hassâsiyet gösteriyorlardı. Bizler de unutmayalım ki, kıyâmet günü ibadet ve fedakârlıklarımızın ecrini verebilecek olan, yalnızca Allah Teâlâ’dır; fânîler değil! O hâlde; “اِلٰه۪ي اَنْتَ مَقْصُود۪ي وَ رِضَاكَ مَطْلُوب۪ي” “Yâ İlâhî! Maksadım yalnız Sen’sin, talebim de sadece Sen’in rızâ-yı şerîfindir.” niyâzı, kulluk hayatımızın her ânında, gönül semâmızda yankılanmalıdır. Kaynak Osman Nuri Topbaş, Altınoluk Dergisi, 2017 – Mayıs, Sayı 374, Sayfa 032 İslam ve İhsan
allahın rızasını kazanmak için yapılan her türlü iyiliğe ne denir